21
Products
reviewed
129
Products
in account

Recent reviews by Recent Fighter

< 1  2  3 >
Showing 1-10 of 21 entries
2 people found this review helpful
11.7 hrs on record (7.2 hrs at review time)
Kafanızda hala bir soru işareti varsa önce onu bir kaldıralım. The Witcher 3 tek kelimeyle mükemmel. Zaten yılın oyunu olması da bunun bir kanıtı gibi birşey.Yıllar sonrasında bile en iyi RPG’ler arasında parmakla gösterilebilir. Witcher 3 her kadı kızında olacak kadar kusurlarıyla sevilecek, ne olursa olsun burun kıvıranlara karşı hararetle savunulacak bir oyun. Witcher ve Witcher 2’nin hatalarından dersler çıkarmış ve piyasadaki rakiplerinin yaptıklarından çok daha iyisini yapmayı kafasına koymuş. Tek bir parçasıyla parlamayı göze almamış; oynanabilirliğinden senaryosunun derinliğine, görevlerinin zenginliğinden karakterlerin işlenişine, atmosferi ince ince saran müziklerinden kendisine hayran bırakan görselliğine kadar her kalemde kıskandıracak kadar iyi iş çıkarılmış. Eğer hala yeni nesil bir konsol sahibi değilseniz veya güncel oyunları çalıştırabilecek bir PC’niz yoksa, bir şekilde sahip olma aşkıyla tutuşabilirsiniz. Bana kalsa incelemenin hepsini övgü cümleleriyle doldururum ancak biraz detaylara insek iyi olacak artık. İlk olarak şu çok konuşulan ve nasıl yapılacağı merak edilen harita işine bakalım. Oyun açıklandığında Skyrim’in yaklaşık üç, GTA V’in ise bir buçuk katı bir haritaya sahip olacağı söylenmişti. Dahası, bu harita ile birlikte açık dünya oynanışı da Witcher serisine dahil oluyordu. RPG sevenler için bu büyüklükte bir harita ve açık dünya olması muhteşem bir haber olabilirdi ancak Witcher serisinin fanatikleri endişelenmişti. Bu sistemin seriye yakışmayacağını ve hikaye anlatımına zarar vereceğini düşünüyorlardı. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki bu endişelerin hepsi yersiz çıktı. Oyunun bu kadar büyük bir haritaya sahip olmasından ve mantıklı düşünülmüş açık dünya sisteminden çok memnun kalacaksınız. Öncelikle haritanın Skyrim gibi tamamen açık olmadığını belirtelim. Evet, oynanış yapısı açık dünya şeklinde ama bu dünyanın tamamının açık olduğu anlamına gelmiyor. Tüm harita bölge bölge ayrılmış ve siz oyunda ilerledikçe bu bölgeler arasında ilerliyorsunuz. Kulağa sınırlandırılmış gibi geldiğinin farkındayız ama hiç öyle değil. Oyunun mantık sınırlarını zorlayan büyüklükteki haritası sayesinde bölünmüş her bir bölge dahi başka bir oyunun sahip olabileceği kadar alan kapsadığından bu sınırlandırılmışlığı hiç hissetmiyorsunuz. Karakter gelişiminiz ve tonlarca yapabileceğiniz şey için zamana ihtiyaç duymanız ve bu zamanı her bir bölgeyi karış karış keşfetmek için kullanacak olmanız sayesinde zaten bir bölgeyi bitirdiğinizde otomatik olarak diğer bölgeye geçme vaktinizin geldiğini anlıyorsunuz. Witcher’ın hikaye örgüsü ve anlatım tarzı Skyrim’den farklı olduğundan harita kullanımını bu şekilde tercih etmelerini biz çok başarılı bulduk. Oyunda ilerledikçe tüm haritanın ortaya dökülmesi ve gittiğiniz her bölgeye hızlı ulaşım gerçekleştirebiliyor olmanız sayesinde de güçlenmiş bir Geralt ile keşfin tadı daha da lezzetli hale geliyor.

OYUN PUANLAMASI

GRAFİK 10/10
YAPAY ZEKA 10/10
HİKAYE 10/10
Posted 31 May, 2020.
Was this review helpful? Yes No Funny Award
83 people found this review helpful
2 people found this review funny
82.4 hrs on record (30.5 hrs at review time)
Siege 2014 yılında E3 konferansında bizlere tanıtıldı. O zamanlar kimse oyunun çıkacağını beklemiyordu çünkü Patriots asıl çıkması beklenen Rainbow Six oyunuydu. Siege tanıtımından kısa süre sonra Patriots'ın iptal edildiği açıklandı. Patriots sunumda gayet iyi gözüküyordu ve sunacağı hikaye de gayet iyiydi. Sebebini açıklamamış olsalar da, vardır bir bildiği Ubisoft'un dedik ve Siege'i artık beklemeye başlamıştık. Patriots'ın hikaye modu ile sunumu yapılmışken Siege'in multiplayer modu ile sunumu yapılmıştı. Sunumda en dikkat çeken özellik ise hiç şüphesiz yıkılabilir çevreydi. Yıkılabilirlik oyuna ayrı bir hava katmıştı. Sunum oyun hakkında çoğu şeyi bizlere açıklıyor olsa da aklımıza oyunda hikaye modu olup olmayacağı sorusu takılmıyor da değildi. Ubisoft ise başta hikaye modunun olacağını bizlere söylemişti ama sonradan oyunda bir hikaye modunun olmayacağını açıkladı. Yani oyun tamamen online üzerine kurulmuş bir yapımdı.

Oyun öncesi yaşanan gelişmelerden bahsettikten sonra artık Siege'ye giriş yapabiliriz.

Tom Clancy's Rainbow Six Siege Oyuna Giriş

Rainbow Six Siege birincil bakıştan oynadığımız taktiksel bir nişancı oyunu(tactical first person shooter). Burada önemle durulması gereken nokta ise taktiksel kısmı. Evet, bu oyun bir Call of Duty ya da Battlefield gibi klasik fps oyunu değil. Kalıcı ölüm sistemi mevcut. Eğer bir oyuncu oyun sırasında ölürse oyun bitene kadar tekrar dirilemiyor. Oyun modları, harita tasarımı, oynanış öğeleriyle tamamen taksiksellik üzerine odaklanmış bir yapım.

Oyunda Rainbow ekibinin operatörlerini yönetiyoruz. Bu operatörler birçok ülkenin dünyaca ünlü anti terörist birlikleri ve toplamda 5 ülkenin birliklerini yönetebiliyoruz. Bu birlikler ise; İngiltere’den SAS, ABD’den FBI SWAT, Fransa’dan GIGN, Rusya’dan Spetsnaz ve Almanya’dan GSG 9

Spetsnaz birliğinden Kapkan. Kapı ya da Pencere kenarlarına mayın döşeyebilen bir defender.

Operatörleri kullanabilmek için öncelikle açmamız gerekiyor. Açmak için ise "Renown" denilen oyun içi paraları kazanmamız gerekiyor. Bunu da oyun oynadıkça, görev yaptıkça kazanabiliyoruz. Eğer operatörünüz yoksa "Recruit" ile oynuyorsunuz.

Operatörler attacker(saldıran) ve defender(savunan) olarak ikiye ayrılıyor ve her birliğin attacker ve defender olmak üzere ikişer operatörü var. Toplamda ise 20 Operatör(10’ attacker 10’u defender) mevcut. Her operatör bir ana silah, bir ikincil silah ve bir de özel ekipman taşıyor. Ayriyetten saldıranlar breach charge(gedik açmaya yarayan patlayıcı) ya da bomba(grenade-flash-smoke)’dan birini yanlarında taşıyorlar. Savunanlar ise ayriyetten barbed wire(yere serilen tel örgü), deployable shield(bir yere konuşlandırılabilen kalkan) ya da nitro cell(uzaktan patlatılabilen c4 patlayıcı)’den birini yanlarında taşıyorlar.

Oyun Operatör konusunda zengin olmasına karşın silah ve silah eklentileri için bunu söyleyemiyorum. Silahlarımız yeterli gelse de eklenti konusunda cimri davranılmış. Ana silahlar için 4 dürbün, bir susturucu, iki kompensatör ve bir gripten başka eklenti göremiyoruz. Ayrıca her silahda bu kadar eklenti seçeneğimiz bile yok. Fakat eklentilerin oynanışa katkısı büyük. Taktığınız ya da çıkardığınız bir eklentinin etkisini oyunda kesinlikle hissediyorsunuz.

Silahlarımızın görünümünü güzelleştiren skinlerimiz de mevcut. Neredeyse her silaha ayrı ayrı skin tasarlanmış. Skinler ise ya R6 Credits ile ya da renown ile satın alınabiliyor. Bazı skinler ise sadece R6 Credits ile satın alınabiliyor.

Oyunda R6 Credits ve Renown olmak üzere iki çeşit para birimi mevcut. Renown, oyun oynadıkça kazandığımız oyun içi para birimi iken R6 Credits ise sadece gerçek para ile satın alabildiğimiz bir para birimi. R6 Credits ile sadece skin almıyoruz. İstersek 1-3-5 ya da 7 günlük olan boosterlar da satın alabiliyoruz. Boosterlar kullanan kişiye %50, diğer takım arkadaşlarına ise %10 ekstradan renown kazandırıyor.

R6 Credits paketleri biraz tuzlu. (Üstte sarı renkli olan oyun içi kazandığımız Renown miktarı)

Ayrıca oyun bunlarla sınırlı kalmayacak. İleride gelecek ücretsiz dlcler ile yeni operatörler, silahlar, eklentiler, ekipmanlar ve skinler gelecek ve en önemlisi bunların hepsinin ücretsiz olacak olması. Tabi o zaman bu adamlar neden Season Pass satıyor diye soracaksınız. Cevabını vermis olayım. Season pass birkaç ekstra hariç ileride çıkacak Operatörlere 1 hafta erkenden erişim sunmaktan başka bir işe yaramıyor.

Gelelim oyun modlarına ve harita tasarımlarına.

3 çeşit oyun modumuz var. Bunlar; Situations, Multiplayer ve Terrorist Hunt.

Oyun modları

Situations, tek başımıza botlara karşı oynadığımız bir mod. Bu mod bizi oyuna hazırlıyor. Oyunun dinamiklerini, nasıl oynanıldığını öğretiyor. Situations modu 10 bölümden oluşuyor. Bölümleri normal, hard ya da realistic zorluk seçenekleriyle oynayabiliyoruz. Zorluğa göre kazandığımız xp ve renown miktarı değişiyor. Ayrıca her bölümün 3'er tane görevi var. Bu görevleri yerine getirirsek ekstradan 200'er renown kazanıyoruz.

Bir Situation görevi .

10 bölümü de bitirirseniz Article 5 adında bonus diyebileceğimiz bir bölüm açılıyor ve bu bölümü online olarak başkalarıyla oynayabiliyoruz. Yani bu bir Terrorist Hunt modu fakat normal Terrorist Hunt modundan farkı oynadığımız haritanın zehirli gaz ile dolu olması. Görüş açımız çok kısıtlı ve eğer ki zorluk seviyesi yüksekse oynaması çok zor oluyor. Eğer bu bölümü de başarıyla bitirirseniz AUG silahı için güzel bir skin sizleri bekliyor olacak.

Multiplayer, 5'e 5 oynanan bir oyun modu. Casual ve Ranked olarak iki kısma ayrılıyor. Bu modda bir grup Saldıranlar diğer grup ise Savunanlar oluyor. Savunanlar ya kurulu bir nükleer bombayı imha edilmemesi için koruyorlar ya da tutsak ettikleri bir rehineyi ellerinde tutmaya çalışıyorlar. Saldıranlar ise bombayı imha etmeye ya da rehineyi kurtarmaya çalışıyor.

Oyuna başlamadan önce bir Operatör seçiyoruz. Herkes sadece bir Operatörü seçebiliyor. 2 kişinin aynı Operatörü seçmesi gibi bir durum söz konusu değil.

Rainbow-Six-Siege-Attacker-Operators

Attacker Takımı

Seçimin ardından oyun başlıyor. Öncelikle bir hazırlık aşaması var. Savunan grup savunduğu alanı/ları en korunaklı hale getirmeye çalışıyor. Yerlere tel örgü çekebiliyorlar. Duvarları güçlendirip, kapı ve pencerelere barikat çekebiliyorlar. Ayrıca Operatörler kendilerine has ekipmanlarını da bu hazırlık aşamasında kullanıp daha etkili bir savunma sistemi geliştirebiliyorlar. Saldıranlar ise bu sırada droneları ile hedefi bulmaya çalışıyorlar. Hedefi bulduklarında hedefin bulunduğu yeri gösteren bir ibare çıkıyor. Böylece el başladığında aramakla uğramayıp zaman kaybetmemiş oluyorsunuz.

Hazırlık aşaması bittiğinde drone'larınız olduğu yerde kalıyor ve el başlıyor. Artık operatörünüzü yönetmeye başlıyorsunuz. Tabi isterseniz drone'u tekrar aktif edip ileride kullanmak için bir yere saklayabilirsiniz.

Şimdi ise hazırlık aşamasında yaptığınız gözlemlerle hızlıca karar verip defender'ların savunma hattına nasıl gireceğinizi kararlaştırmalısınız. İsterseniz pencereden, isterseniz kapıdan ya da breach charge ile duvarları patlatıp giriş yolunuzu kendiniz açın. Burası size kalmış. Defender'lar ise en iyi şekilde konuşlanıp attackerlara geçit vermemeye çalışmalı. Ayrıca yıkılabilirliği unutmayın. Attacker ya da defender olun farketmez, duvara açacağınız birkaç delik eli almanızı sağlayabilir.


Duvardan halatla sarkan bir attacker. Pencerelerden dikizlemek için ideal bir ekipman.
Temel olarak Multiplayer modundan bashettik. Şimdi ise Casual ve Ranked arasındaki farklardan bahsedelim.

Tom Clancy's Rainbow Six Siege Ranked(rekabetçi) modu;

-20. seviyede açılıyor.

-Takım arkadaşlarımızı duvar arkasından göremiyoruz.

-Savunan iken yakınlarımıza bir el bombası atılmışsa, bunun uyarısını göremiyoruz.

-Ekipmanlara hasar verdiğimizde ya da yok ettiğimizde çıkan küçük skor bildirimlerini göremiyoruz.

-Bizi öldürenin nasıl öldürdüğünü gösteren kill-cam bulunmuyor.

Posted 23 January, 2019.
Was this review helpful? Yes No Funny Award
1 person found this review helpful
17.8 hrs on record (15.6 hrs at review time)
Roma Şahidim Olsun Ki, Hepinizi Kılıçtan Geçireceğim !

Oyunlarla haşır neşir olup, Crytek adını duymayan kalmamıştır diye düşünüyorum. Cevat, Avni ve Faruk Yerli tarafından kurulan Alman kökenli bu oyun firmasını ilk olarak 2004 senesinde Far Cry isimli efsanevi FPS oyunuyla duymuştuk. Türe kattığı yenilikler, fizik motoru ve grafikleriyle dönemi için efsane olmuş olan yapımın dağıtımcı firmasıysa Ubisoft'tu.

Ardından Ubisoft ile yollarını ayıran Crytek, 2007 yılında karşımıza Crysis isimli yapımla çıkmıştı. Crysis, Far Cry'ın üzerine gelmiş olan pek çok yenilikle biz oyunseverlerin karşısına çıkmış ve FPS oyunları içinde gerçekten unutulmaz bir yer kazanmıştı. Crysis'in devamı olan, Crysis 2 ve Crysis 3 maalesef ilk oyunun başarısını tam olarak yakalayamıyordu. Elbette bu durum serinin devamının kötü olduğunu göstermiyor, sadece ilk oyunun ardından daha geri planda kalıyorlardı....

2013 Kasım ayındaysa, Crytek çok daha farklı bir yapımla oyunseverlerin karşısına çıkmıştı... Ryse: Son of Rome ! Sadece Xbox One platformu için piyasaya sürülen yapım, aynı zamanda XBox One'ın çıkış oyunu olarak da geçiyordu. Fakat Crytek, Ryse ile beklediği ilgiyi yakalayamadı, yapım bir oyundan daha çok teknoloji demosu gibi gündeme getirildi.

Aradan geçen bir sürenin ardından Ryse: Son of Rome'un, PC platformu için geliştirildiği duyuruldu. Şimdiyse yapım PC kullanıcılarıyla buluşmuş durumda. Peki Crytek Xbox One'da yakalayamadığı başarıyı PC'de yakalayabilecek mi?

Kahraman Marius !

Yapımın hikayesi aslına bakarsak çok ilgi çekici özelliklere sahip değil. Hatta kısaca bir intikam hikayesi olduğunu söyleyebiliriz. Barbar'lar Roma'ya karşı savaş başlatırlar ve Marius'un ailesi bu savaşta ölür. Babasına verdiği söz ve intikam hırsıyla gücünü toparlayan Marius, tüm Barbar'ları yok edip, Roma'yı kurtaracağına söz verir. Böylece bizim oyundaki hikayemiz başlamış olur.

Evet, söylediğim gibi çok şaşırtıcı bir hikaye söz konusu değil ama bu hikayenin işlenişi ve gerçek olaylardan esinlenilmiş olması işleri biraz değiştiriyor. Sonuçta tarihte Roma İmparatorluğu'nun dönemi gerçekten büyük ve önemli bir yere sahip durumda.

Hızlıca maceranın içine girmemizin ardından, her Hack'n Slash oyununda olduğu gibi karşımıza çıkan düşmanları öldüre öldüre ilerliyoruz. Öldürmek burada biraz hafif kaldı sanırım, çünkü bu işlemi olabildiğince kanlı bir şekilde yapıyoruz. Kanlı yapıyoruz dediğim için aklınıza hemen gereksiz vahşet öğeleri gelmesin, düşmanlarınızı infaz ettiğiniz sahneler kesinlikle oyunun en büyük artılarından bir tanesi olmuş.

Genel oyun kontrollerinden bahsetmek gerekirse, oyun boyunca kullandığımız tuş sayısı 10'u geçmiyor. Bu tuşlar, saldırı, blok ve takladan ibaret diyebilirim. Dövüşlerde yapabileceğiniz combo hareket sayısı oldukça az, bu sayının azlığından dolayı dövüşler bir süre sonra kendini tekrar ediyor ve sıkıcı bir hal alıyor. Tüm dövüşler, düşmanlara birkaç saldırı yap, ardından kafasının üzerinde kuru kafa işareti çıktığındaysa, infaz et şeklinde ilerliyor. Her ne kadar yapımda oldukça etkileyici ve sinematik infaz sahneleri bizlere sunuluyor olsa da bu özellik dövüş sistemini kurtarmaya yetmiyor. Başlarda oldukça eğlenceli gelen bu sahneler de bir süre sonra tekrar içerisine giriyor ve bunun sonucunda düşmanlarınızı normal şekilde öldürmeyi seçebiliyorsunuz (en azından zamandan tasarruf).

Yine de doğruyu söylemek gerekirse, bu infaz sahneleri oyunun olağanüstü grafikleriyle bir araya geldiğinde sizi uzun bir süre eğlendirmeye yetiyor. Dövüşler her ne kadar sıradan ve kendini tekrar eder bir yapıyla ilerliyor olsa da karakterimize yapacağımız güçlendirmeler sayesinde, heyecan biraz yükseliyor. Bu güçlendirmeler sadece karakter özelliklerinden ibaret değil, düşmanlarınızı infaz ettiğiniz sahnelere de daha çok seçenek ekleme şansınız bulunuyor ve pek çoğunuzun öncelikle bu güçlendirmeleri yapacağına eminim.

Ryse, size karakter geliştirme adına çok fazla seçenek sunmuyor, hatta neredeyse hiç sunmuyor. Aldığınız tecrübe puanlarına bağlı olarak, açtığınız yeni yeteneklerin hemen hepsi pasif özellikler. Aktif olanlar da oyuna pek fazla bir getiride bulunmuyor, sadece yaptığınız hareketlerin daha etkili görünmesini sağlıyor.

Geliştirmelerin ardından ilerledikçe, yeni eşyalar, silahlar görmeyi bekliyorsanız Ryse sizi bu noktada da üzecek diyebilirim. Çünkü böyle bir içerik oyunda bulunmuyor, sürekli olarak sadece önümüze çıkan düşmanları öldürüp yolumuza devam ediyoruz. Düşmanlardan bahsetmişken söylemeden olmaz, oyun boyunca karşımıza çıkan düşmanların çeşitliliği oldukça az, aynı anda birbirinin aynısı düşmanları öldürmek biraz rahatsızlık verici bir hale gelebiliyor.

Kısacası oyunda daha çok kombinasyona sahip ve daha akıcı bir dövüş sistemi olsaymış, bu mükemmel infaz sahneleriyle birlikte gerçekten yapımın puanını fazlasıyla yükseltebilirdi. Crytek bu konuda sahip olduğu potansiyeli pek kullanmayı başaramamış gibi görünüyor.

Artılar

Grafikler inanılmaz, muhteşem, muazzam ! İnfaz sahneleri çok etkileyici. Genel oyun atmosferi fena sayılmaz.

Eksiler

Doğru zamanda tuşa basmaktan ibaret olan dövüş sistemi çok detaysız. Oynanış süresi kısa ve grafikler haricinde türe hiç yenilik getirmiyor. Hikaye ve işlenici çok zayıf kalmış.
Posted 17 September, 2018. Last edited 21 November, 2018.
Was this review helpful? Yes No Funny Award
6 people found this review helpful
2 people found this review funny
3.4 hrs on record (1.7 hrs at review time)
Depth İnceleme

Suyun Derinliklerinde Hayatta Kalma Savaşı

Jaws gösterime girdiği zaman gerçekten de zamanı için etkileyici ve korkutucu bir filmdi. İzleyenleri germeyi başarmıştı. Kocaman bir köpekbalığının saldırısı karşısında film karakterleri türlü türlü taktikler denemişlerdi. Devam filmleri de geldi gelmesine, ama benim için birinci Jaws her zaman en iyisi oldu. Bu kült filmden bu kadar bahsetmemin nedeni ise Jaws’ın değil, ancak köpek balıklarının yerine geçebilecek olmamız. Depth bize bu şansı verecek.

Derinliklerde Hazine Avı

Oyunla aynı isimli olan geliştirici takım tarafından hazırlanan Depth, aslında bağımsız bir oyun. Hazine avcısı dalgıçlarla, köpek balıkları arasındaki mücadeleye dahil olacağız. Senaryo modlu bir oyun olarak düşünmeyin, çoklu oyuncu üstüne odaklı ve bize sualtında ilginç bir deneyim sunacak gibi duruyor. Yapımda seçebileceğimiz üç sınıftan oluşan iki takım olacak; bunlar hırsız grubundan oluşan dalgıçlar, diğerleri ise köpek balıkları. Dalgıçlar, köpek balıklarına yakalanmadan, sessiz bir şekilde buldukları hazineyi kendi merkezlerine götürmeye çalışacaklar ki, merkez dediğim de sualtında güvenli dalgıç kafesleri. Köpek balıklarının amacı ise, dalgıçları engelleyip, onları bir güzel mideye indirmek.

Depth

Sınıflardan kısaca bahsedelim. Dalgıçlarda; Hunter, Seeker ve Watcher sınıfları bulunacak. Hunter yavaş yüzecek, ancak zıpkına sahip olacak. Seeker hızlı yüzecek, ancak dayanıklılığı daha az olacak ve yanında ses dalgası vericisi bulunacak. Watcher ise dengedeki sınıf. Ne hızlı, ne de yavaş ve bir radara sahip. Köpek balıklarında da durum farklı değil; Mako, hızlı balığımız. Great White ise, büyük beyaz ve en güçlüsü.


Ancak manevra açısından geniş bir dönüş çapına sahip. Tiger ise, yine dengedeki sınıf ve ses dalgası algılayıcıları da gelişmiş durumda.

Depth’te köpek balıklarının görüşü bizler gibi olmayacak. Sudaki titreşimler sayesinde uzaklardan rakiplerini hissedebilecekler. Yani titreşimlere karşı hassasiyetleri olacak. Mesela su içinde bir kayaya sıkışmış dalgıç var diyelim, bu dalgıç eğer hareket etmezse ve titreşim yaymazsa köpek balıkları onu göremeyecek. Titreşimler haricinde tabii ki kan kokusunu da eklemek lazım. Yaralı bir dalgıç, köpek balıkları için açık hedef olacak. Oynanışta gizlilik, taktik ve takım oyunu ön planda tutuluyor. Bu durum, özellikle takım olarak hareket etmek için de en önemlisi.

Depth Kan kokusu

Proje, Epic’in daha önce yayınladığı UDK setiyle hazırlanıyor. Tüm bölümlerin sualtında geçeceği oyunun grafikleri de bağımsız bir yapım için fena gözükmüyor. Karakterlerin vücutları hasar alacak. Köpek balıkları, dalgıçların uzuvlarını koparabilecek. Yapımcı ekipte artı olarak daha önce orijinal Killing Floor mod takımında çalışmış olan bazı kişiler de var. Killing Floor’u hatırlarsanız, Unreal Tournament 2004’ün modu olarak hazırlanmış, ancak sonrasında tek başına bir oyun olarak satışa çıkmıştı. Left 4 Dead benzeri bir oynanışı vardı.

Depth bizlere değişik bir deneyim sunabilir, özellikle köpekbalığı olma fikri kulağa ilginç geliyor. Eğer sınıfları ve takımları da dengeli tutarlarsa, işte o zaman tadından yenmez. PC için hazırlanan Depth’in kasımda çıkması bekleniyor.
Posted 13 July, 2018. Last edited 13 July, 2018.
Was this review helpful? Yes No Funny Award
5 people found this review helpful
1 person found this review funny
71.4 hrs on record (12.4 hrs at review time)
Bu Sene İyi Kış Yapacak

Evet, büyük gün geldi çattı. Aylardır hakkında yüzlerce söylenti dolaşan, beta dosyaları didik didik edilen, grafikleri ile dilden dile dolaşan Tom Clancy’s The Division, geçtiğimiz gün resmi olarak raflardaki yerini aldı. Aldı ama, bir sorun nasıl aldı.

Öncelikle bir Ubisoft klasiği olarak sunucu, bağlantı problemleri, kayıp ödüller, lag vs. vs. bir sürü sorunla yüzleşmek zorunda kalan kullanıcılar, biraz erken tepki vererek hem Steam üzerinden, hem de Metacritic’ten oyuna düşük puanlar vermeye başladı. Şöyle bir düşündüğümüzde, aslında çok da haksız olmadıklarını belirtmek gerekiyor. Çünkü Ubisoft, The Division için öyle bir “hype” treni oluşturdu ki, The Division gelmiş geçmiş en iyi oyun havası verdi. Tabii ki beklentiler bu kadar yüksek olunca da, sonuçlar pek de etkileyici olamadı…

MMO’nun açılımı olan Massive Multiplayer Online kavramı, yani Devasa Çok oyunculu Çevirimiçi iddiası, The Division için kısmen haklı bir iddia. Öncelikle nedir bu The Division, ismi nereden geldi, bu şehre ne oldu diye sormak gerekiyor. Tom Clancy’s The Division’ın ana konusu, Amerika’lıların çılgınca alışveriş yaptığı Kara Cuma gününde başlıyor. Smallpox isimli ölümcül bir virüs, zamanında Amerika ve Rusya tarafından ultra güvenlikli ve gizli laboratuvarlarda saklanmış. Böyle bir virüsü neden saklamışlar diye sorarsanız, iki ülke de birbirine güvenmemiş ve virüsün kimyasal bir silah olarak kullanılabilme ihtimaline karşı, kendi ellerinde bulunmalarını istemişler.

Daha sonra bu virüs, kimin sızdırdığı veya kullandığı belli olmayacak bir şekilde, Amerikan Dolar’larının üzerine serpilmiş. Kara Cuma gibi dakikada milyonlarca doların harcandığı bir günde ise, virüs’ün yayılma hızı katlanarak artmış. Üstelik salgın, New York gibi dünyanın ticaret merkezi denilebilecek bir yerde ortaya çıktığı için, tüm dünyaya yayılması ve ülkeleri, hükümetleri bir bir düşürmesi de oldukça kolay olmuş.

İşte böyle bir ortamda, isyanlar, çeteler ve katliamların engellenmesi için gereken savunma gücü de ne yazık ki çoktan yok olmuş. Bizler ise, The Division’da bu gibi hükümetlerin düştüğü, ülkede savunma yapacak kimsenin kalmadığı gibi durumlar için eğitilen ve devreye sokulmadıkları takdirde kendi hayatlarını yaşayan The Division isimli gizli bir örgütün üyesi olarak oyuna başlıyoruz.

New York’un güzide semtlerinden Brooklyn’de The Division’a ilk adımlarımızı attıktan sonra, New York’u pisliklerden temizlemek için yeni hayatımıza da merhaba demiş oluyoruz. Bu arada Brooklyn’i 4. Seviyede terk ettikten sonra geri dönemeyeceğimizi de belirtelim. Şimdi dilerseniz yavaş yavaş The Division’ın bizlere neler sunduğundan, bizlerin ise The Division’dan neler beklediğimizden bahsedelim.

Öncelikle The Division, resmi sitesinde de büyük puntolar ile yazdığı gibi bir MMO, bir RPG, bir Açık Dünya oyunu olma iddiasını taşıyor. Şimdi sırası ile bunların ne kadarının haklı, ne kadarının ise hakkını verdiğini sırasıyla inceleyelim.

İlk olarak MMO iddiasını masaya yatıralım. MMO’nun açılı olan Massive Multiplayer Online kavramı, yani Devasa Çok oyunculu Çevirimiçi iddiası, The Division için kısmen haklı bir iddia. Çünkü oyun içerisinde her an çevirim içiyiz, ve birçok bölgede başkaları ile karşılaşabiliyoruz. Ama burada dikkat etmemiz gereken bir nokta mevcut. Oda MMO’nun “Massive” yani “Devasa” kısmı. Geleneksel MMO’lara baktığımızda, “Massive” etiketini takınan oyunların genelde her bölgesi, tamamen oyuncular ile dolu, her an başkaları ile karşılaşabileceğimiz bölgelere ile kaynayan yerlerden oluşuyor. The Division’da ise, Dark Zone haricindeki PVE alanların farklı oyuncular ile karşılaşmak, aynı parti içerisinde olmadıkça neredeyse imkansız. Çünkü oyun binlerce farklı instance’lardan yani küçük sunuculardan oluşuyor. Kısacası TheDivision’ın bir MMO’dan çok MO olduğunu söyleyebiliriz.

Gelelim Division’ın Açık Dünya iddiasına. TomClancy’s The Division, sahip olduğu ortalama boyuttaki haritada, neredeyse hiçbir yükleme ekranı olmadan ve sizleri oyundan koparmadan istediğiniz her yere gitmenize izin veren bir yapıda. Aslında bunu başarmak için yapımcılar ufak hileler yapmış da denilebilir. Örneğin oyundaki ana karargahımız olan Base of Operations’a girerken veya çıkarken, karakterimizi koşturamıyoruz. Karakterimiz yürürken de gerekli yüklemeler göremediğimiz alanlarda yapılıyor ve bu sayede yükleme ekranı ile karşılaşmıyoruz. Yapımcıları bu yaratıcı fikir için takdir etmek gerekiyor.

TheDivision’ın En Başarılı Olduğu Diğer Bir Konu İse Vuruş Hissiyatı.

Haritanın büyüklüğü konusunda ise farklı yorumlar yapmak mümkün. TomClancy’s The Division, haritasının boyutu, hemen hemen Fallout 4 ile aynı. GTA V ile karşılaştırıldığında ise Los Santos şehri kadar diyebiliriz. Tabii ki oyun içerisinde herhangi bir araç kullanamadığımız için, bu büyük bizlere yeterli geliyor. Ama The Division’ın duyurusunda bulunan Brooklyn adasının oyunda sadece başlangıç bölgesi olarak bulunması, bizleri kızdırdı. Ayrıca New York’ta bulunan Central Park’ın, harita dahilinde olmadığını da belirtelim. Büyük ihtimalle Ubisoft, DLC’ler ile haritayı genişletip, Central Park’ı da oyuna dahil edecektir, ama bunun olması için 2017’yi beklememiz gerekiyor diyebiliriz.

Şimdi geldik asıl meseleye, The Division’ı oynama sebebimize, oyunu farklı kılan noktaya. The Division, Ubisoft’un üstüne basa basa belirttiği şekilde bir RPG oyunu olma iddiası ile geldi. Oyunda karakterimizin yeteneklerini dilediğimiz şekilde ayarlayabilmemiz ile, farklı ekipmanlar kullanıp, farklı karakter yapıları oluşturabilmemiz ile, ekipman yapma sistemi ile, talentleri ile, farklı rollere bürünebilmemiz ile The Division bu iddiayı kısmen gerçekleştiriyor olsa da, oyun kesinlikle tam anlamı ile RPG mekaniklerine yer vermiyor, ama yine de The Division RPG elementleri taşıyan bir TPS oyunu da diyemeyiz. Ubisoft Massive, arada güzel bir denge kurmayı başarmış. Oyun size derin bir karakter yapılandırma imkanı sunmuyor olsa da, oyunu istediğiniz şekilde oynamanıza izin veriyor. Ama dediğimiz gibi RPG olmak, bu kadar da kolay değil.

Oyunun tanıtım iddiaları ve bizlere vermeyi başardıklarını bir kenara koyduktan sonra, gelelim yavaş yavaş mekaniklere, yapabileceğimiz aktivitelere ve en önemlisi Dark Zone. TheDivision TPS bakış açısı ile oynanan bir oyun. Şahsen de TPS bakış açısı ile oynan tüm oyunlara karşı bir zaafım var. Karakterimizi dışardan görebilmek, hem görüş açımıza olumlu etki yapıyor, hem de özelleştirdiğimiz karakterlerimiz ile daha sıkı bir bağ kurmamıza izin veriyor. The Division içerisinde bulunan yüzlerce farklı giysi, zırh, silah, ekipmanları da oyundayken sürekli görebilmek, kesinlikle olumlu bir izlenim oluşturuyor.

Siperin ardından çıkmak zaferle mi yoksa hüsranla mı sonuçlanacak?
Oyunun TPS açısı ile oynanmasının bir diğer keyifli yanı, çatışmaların çok daha taktiksel bir hal alması, üstüne bir de görsel olarak daha keyifli bir hale sokması. Özellikle oyun içerisinde muhteşem bir şekilde yerleştirilen Cover sistemi, yani siper alma durumu, The Division’ı kurtaran detaylardan sadece biri. Örneğin oyunda bir yere siper aldığınızda, farklı bir sipere geçiş yaparken, bunu o kadar kolay bir şekilde yapabiliyorsunuz ki, bu hem sizi çatışmadan koparmıyor, hem de taktiksel olarak sizi hayatta tutup, başarıya götürebiliyor.

TheDivision’ın en başarılı olduğu diğer bir konu ise vuruş hissiyatı. Bir TPS oyununda vuruş hissini bu kadar güzel bir şekilde bizlere sunan aklıma yalnızca 2 oyun daha geliyor, biri Gears of War, diğeri ise Grand Theft Auto V. Oyunun çatışma hissiyatı o kadar keyifli ki, haritada boş boş gezerken bile bir yerde karşıma adam çıksa da biraz çatışsam demekten kendinizi alı koyamıyorsunuz. Hele ki oyunu konsolda veya Gamepad ile oynarsanız, başarıyla oyunda yer bulan titreşim geri bildirimi ile bu keyif iki katına çıkabiliyor. Ayrıca düşmana ateş ettiğimiz de ne kadar hasar verebildiğimizi görmemiz, benim en çok hoşuma giden durumlardan biri. Çünkü seviye atlayıp geliştikçe, karakterimizin de bu orantıda güçlendi
Posted 3 July, 2018.
Was this review helpful? Yes No Funny Award
1 person found this review helpful
4.7 hrs on record (3.0 hrs at review time)
Payday: The Heist kendine özgü bir tarzı ve belki de bir çok oyunseverin arayıp da bulamadığı içeriklere sahip olan bir oyun olarak öne çıkıyor. Oyun tamamen suç işlemek, sayamayacağımız kadar polis öldürmek ve hayalini kurduğunuz o milyon dolarları kolay yoldan elde etme üzerine kurulu bir oyun.

Payday: The Heist, takım oyununa dayalı bir Birinci Şahıs Nişancı oyunudur. Oyunda 6 harita ve 4 karakter bulunmakta. CO-OP ve tek oyunculu modlarını içinde barındırmakta. Aynı zamanda oyun içinde silah değiştirme, yaralanan arkadaşlarınızı iyileştirme, yeni silahlar alma ve level ilerleme gibi özellikler mevcut. CO-OP oynanış ise 4 farklı kullanıcıyla sınırlandırılmış.

Oyunda yapay zeka oldukça acımasız ve bazen sizi çileden çıkartabiliyor. Polisler gerçekte olabileceğinden çok daha hızlı tepki veriyor ve sizi bir anda sıkıştırabiliyor. Bunu engellemenin ise tek bir yöntemi var: jolly co-opperation (yani arkadaşlarınızla birlikte suç işlemek). Oyunda yapay zeka tek taraflı güçlü olurken zayıf olan taraf maalesef bizim kontrol ettiğimiz taraf. Tek başınıza oynarken oyun tüm hedefleri sizin yapmanızı istiyor ve diğer 3 karakterin yapay zekası ise sadece sizi izliyor. Arkadaşlarımızla oynarken ise bunun önüne geçebiliyoruz ve aramızda görev paylaşımı yapıyoruz.

Oyunun grafikleri ise oldukça kalitesiz yapılmış, sanki oyun aceleye getirilmiş gibi bir havası var. Oyunu oynarken bolca frame düşüşü ile karşılaşıyoruz, özellikle internet üzerinden co-op yaparken bu daha da sıklaşıyor.

Oyunun level sistemi oyunun size sunduğu challengelar ile oluşturulmuş. Bu challengelar ile oyunun çok kısa olan oynanış süresi daha da artıyor ve benim gibi takıntılıysanız saatlerinizi harcayabilirsiniz.

Oyunda konsolda 6, PC’de ise 7 soygun bulunmakta. Her bir soygun detaylandırılmış haritalara sahip ve genellikle plan gerektiren zorluktalar. Bu soygunlardan 4 tanesinde güvenlik kameralı da bulunuyor bu da oyuna fazladan zorluk katıyor, çünkü bu kameralar sizinle ilgili bilgi kaydediyor ve özel ekiplerini daha çabuk gönderilmesini sağlıyor. Oyundaki 13 silahın yarısı ise oldukça etkisiz ve absürt miktarlarda mermi kullanımıyla etkili hale geliyor. Oyunun ilginç bir özelliği ise bir ekip elemanını polislere kaptırabiliyorsunuz ve adamınız için pazarlık yapmanız gerekiyor. Bu pazarlık ise genellikle soyduğunuz yerlerin çalışanlarının bir kısmını rehin alarak gerçekleşiyor.
Posted 27 June, 2018.
Was this review helpful? Yes No Funny Award
5 people found this review helpful
1 person found this review funny
16.3 hrs on record (8.8 hrs at review time)
Hayatınız boyunca hiç yurt dışına çıkmamış bile olsanız, yine de Amerika'yı avucunuzun içi gibi bilmeniz mümkün. Dexter Morgan sayesinde Miami'yi; Hank Moody ile Kaliforniya'yı; Winchester Biraderlerle de Amerika'nın en leziz hamburgerlerini yapan kırsal eyaletlerini arşınlamış bir nesil için; New York sokaklarında patinaj yapmak, Detroit'te asfalt ağlatmak, Las Vegas'ta tozu dumana katmak hiç sorun olmamalı.

The Crew bizleri, Amerika Birleşik Devletleri'nin tüm eyaletlerini karış karış gezmeye, son model asfalt canavarlarımızın direksiyonuna geçip, tüm eyaletlerde kükreyen motorlarımızla inletmeye davet ediyor. Üstelik tamamen online tabanlı ve çoklu oyuncu seçenekleri ile bezeli bir oyun sistemi ile....

Artılar

Devasa boyuttaki oyun haritası. Yapılabilecek binlerce yan görev. Gerçeğine uygun biçimde modellenmiş şehir tasarımları. RPG sisteminin, bir yarış oyununa adapte edilmiş olması.

Eksiler

Bağlantı sorunları ! Sayıları fazla olsa da, aslında görevlerin hep aynı olması. Klişe senaryo. Tek kişilik yarışlarda dahi online bağlantı gerektirmesi. Neredeyse hiç hata yapmayan yapay zeka rakipler. Modifikasyon konusunda hiç özgürlük yok.
Posted 27 June, 2018.
Was this review helpful? Yes No Funny Award
6 people found this review helpful
30.1 hrs on record (13.9 hrs at review time)
The Walking Dead - İnceleme

Bu Ölüler Neden Yürüyor ?

Oyun dünyasının en prestijli ödül töreni olan Video Game Awards ile bu sene de ödüller sahiplerini buldu. Bu sene 10. yılını kutlayan ve Samuel L. Jackson'un sunumuyla şenlenen VGA'dan kimi oyunlar ödüllerle kimi oyunlar ise hayal kırıklıklarıyla döndü. Journey ve Borderlands 2 törenden birçok ödülle ayrılırken, şüphesiz geceye damgasını vuran isim ise The Walking Dead oldu. Yılın oyunu ödülünü kazanan ve yapımcısı Telltale Games'e de yılın stüdyosu ödülünü kazandıran oyun genel olarak bir şaşkınlık, hayranlarında ise büyük bir sevinç yarattı.
Peki ben zaten haberdar olduğunuz bu bilgileri niye yeniden özet geçtim? Çünkü The Walknig Dead serisi bu ödülü kazanmamış olsaydı muhtemelen bu baş yapıtı oynamazdım. Tamam, kabul ediyorum ki Telltale Games müthiş işlere imza atmış köklü bir firma ve ben de Sam & Max ve Tales of Monkey Island gibi unutulmaz serileri severek oynamış bir oyuncuyum. Birinci mazeretim şu; hiçbir zaman öncelikli oyun türüm adventure olmadı ve yine Telltale Games yapımı olan Jurassic Park, Back to the Future, Wallace & Gromit gibi serileri oynamadım. İkinci ve en önemli mazeretim ise şuydu ki; The Walking Dead serisinin beni böylesine şaşırtabileceğini hiç ama hiç tahmin etmemiştim.

Aslında Öyle Demek İstememiştim

Dilerseniz yavaş yavaş oyunumuzun detaylarına inmeye başlayabiliriz. Öncelikle aklımızdan çıkarmamamız gereken şey, oynanışa göre şekillenen bir hikayenin olduğu. Oynanışın ise en az %60'lık bir kısmını diyaloglar oluşturmakta. Diyaloglar sonucu karakterimize kazandırdığımız kişilik beş bölüm boyunca etkisini sürdürüyor. İnsanlara karşı takındığımız tavır ise arkadaşlarımızı ve düşmanlarımızı belirliyor. Çoğu bölümde bulunan hayat kurtarma sekanslarında ise genellikle yardıma muhtaç iki kişiden birini seçmek durumunda kalıyoruz ve dolayısıyla önümüzdeki bölümlerde yanımızda kimlerin olacağına da bir nevi biz karar vermiş oluyoruz.

Tamamen sizin elinizde şekillenen hikaye hakkında tabii ki hiçbir şekilde spoiler verecek değilim. Zaten vereceğim bilgiler sizin hikayenizle örtüşmeyebilir. Bu yüzden oyunumuzun nasıl başladığına ve birkaç temel bilgiye değinmekte fayda var.

Lee, Clementine ve Ölüler

Öncelikle ana karakterimizin adı Lee Everett. Kendisiyle bir polis arabasıyla götürülürken karşılaşıyoruz. Bunun sebebi ise karısıyla beraber olan bir milletvekilini öldürmüş olması. Bunun dışında Lee'nin Georgia Üniversitesi'nde öğretmen olduğunu ve ailesinin de Macon'da yaşadığını biliyoruz. Telsizinde duyduğu anonslara aldırmayan polis memurunun otobanda aniden karşısına çıkan bir zombiye çarpması sonucu Lee gözünü kaza yapmış aracın içinde açıyor. Buradan canını zor kurtaran Lee'nin en yakın eve sığınıp, orada da ailesinin seyahat için Savannah'a gittiği ve bakıcıya teslim ettiği sevimli kız çocuğu Clementine ile tanışmasıyla beş bölümlük uzun maceramız başlamış oluyor.

A New Day, Starved for Help, Long Road Ahead, Around Every Corner ve No Time Left olmak üzere beş bölümden oluşan The Walkind Dead serisi ortalama ikişer saatlik oynanış süresi yani toplamda minimum on saatlik oynanış süresi içeriyor. Macera boyunca birçok insanla tanışacağınız yapımda( ki bazılarını diziden de hatırlamak mümkün ) Hershel's Farm, Travelier Motel, St. John Dairy, Savannah ve Crawford gibi mekanlarda aklınıza dahi gelmeyecek olaylara tanıklık edeceksiniz.

Ekran Başına Kilitlenmek

Daha önce oyunun ortalama %60'lık bir kısmını diyalogların oluşturduğunu söylemiştim. Bunun dışında bolca mekan araştırdığımız ve işimize yarayanları yanımızda taşıyabildiğimiz oyunda, günümüzdeki neredeyse her oyunun vazgeçilmezi olan aksiyon sahneleri de bulunmakta. Tamamen hız ve reflekse dayalı bu kısa sahneler, bize ortalama bir aksiyon veya shooter oyunundan çok daha fazlasını vaat ediyor.

Genellikle tuşlara hızlıca basmaktan ibaret olan aksiyon sahnelerinde ve tüm adventure oyunlarından aşina olduğumuz, nesnelerle etkileşime geçebildiğimiz araştırma bölümlerinde neredeyse hiçbir kontrol sorununa veya oyun içi buga rastlamadım. Oyun boyunca karşıma çıkan tek problem ise bazı diyaloglarda oyunun bize verdiği sürenin çok kısa olmasıydı. Beş bölüm boyunca belki de sadece dört-beş kez başıma gelen, daha soruyu bile tam okuyamadan ciddi bir karar vermek zorunda olduğum bu anlar, "Bu kadar kusur The Walking Dead'de de olur." cümlesini akıllara getiriyor.

Oyun Değil, Bir Sanat Eseri

The Walking Dead serisi özellikle bir adventure oyunu için fazlasıyla yeterli grafiklere sahip. Çizgi film tadında ilerleyen oyunun, her bölüm başlangıcında önceki bölümde aldığımız kritik kararları hatırlatması ve her bölüm sonunda gelecek bölümün kısa bir fragmanını göstermesi çok hoş detaylar. Bu detaylar, oyunun bize bir "dizi" mantığıyla yapıldığını hatırlatıyor. Yeri gelmişken küçük bir öneride bulunmak istiyorum. Bu beş bölüm boyunca araya fazla süre koymamakta fayda var. Günde bir bölüm bitirerek toplam beş günde bitirdiğim oyunun bu şekilde çok keyif verdiğini belirtmek istiyorum.

Seslendirmelerin de çok başarılı olduğu yapımda, karakterlerin tüm duygularını seslerinden ve yüz ifadelerinden anlayabilmek mümkün. Ortalamanın üzerinde bulduğum ses efektlerinin dışında oyunda yer alan müzikler de çok hoş. Kimi yerlerde gerilimi, kimi yerlerde ise çaresizliği sonuna kadar hissettiren müzikler, her bölüm sonunda çalan jenerik müziği ve beşinci bölümün sonundaki kapanış müziği tek kelimeyle mükemmel.

Emin misiniz, Son Kararınız mı ?

Bir incelememin daha yavaş yavaş sonuna geliyorum. Arkadaşlık, merhamet, çaresizlik, gizem ve korku gibi çok çeşitli duyguları aynı anda yaşatabilen, çok yönlü yapısı gereği en az birkaç kez farklı seçeneklerle oynanmayı hak eden, finali hafızalara kazınan bu baş yapıtı herkesin oynaması gerektiğini düşünüyorum. Bu konudaki düşüncelerimde yalnız olmadığımı, oyunun kazandığı 80 den fazla ödül de zaten göstermekte. Çizgi romanını veya dizisini takip edenlerin zaten kaçırmadığını düşündüğüm The Walking Dead serisini tüm oyunculara şiddetle öneriyorum.

Verdiğiniz her kararın nasıl sonuçlar doğuracağını bir kez daha düşünmenizi tavsiye ediyor, herkese iyi oyunlar diliyorum.

Olumlu Yanları:

(+) Oynanışa Göre Şekillenen Hikaye
(+) Mükemmel Atmosfer,
(+) Kaliteli Grafikler Ve Seslendirmeler

Olumsuz Yanları:

(-) Her Güzel Şey Gibi Sona Ermesi

Oyuna Puanım:10/10
Posted 4 January, 2017.
Was this review helpful? Yes No Funny Award
4 people found this review helpful
3.8 hrs on record (3.7 hrs at review time)
Just Cause 2 - İnceleme

Bu Ada Kesinlikle Tatilcilere Göre Değil !

Ben ki aksiyon oyunlarına karşı ziyadesiyle ilgili, bol aksiyon içeren sahnelerin müdavimi bir oyuncu olarak “Bu kadar da abartı olmaz!” sözlerini savuruyorsam, Just Cause 2’nin nasıl bir yapım olduğunu siz hesap edin. Tek kişilik ordu olma sorumluluğunu üstlenmeye alıştık, ama hareket halindeki araçlar üzerinde seksek oynamak, bitmek tükenmek bilmeyen paraşütlerimizle gök yüzünde süzülmek ve etrafta ne varsa sorgu sual dinlemeden patlatmak konusu hala fazlasıyla abartılı geliyor insana. Eğer dinmek bilmeyen bir tempo ile hikayeyi fazla kafaya takmadan, etrafta ne var ne yok parçalamak istiyorsanız, peşime takılın...

Dozaj Hesabı

2006 yılının sonlarında piyasaya sürülen ve GTA’ya benzeyen yapısı ile ilgi toplayan Just Cause, içerdiği abartılı aksiyon sahneleri ile gündemdeki yerini korumuştu. Sandbox diye tabir edilen, özgür bir oynanışa sahip olan yapımda karşımıza çıkan her aracı kullanabiliyor, binbir akrobatik hareket ile düşmanlarımızı öbür dünyaya yollarken terlemelerini sağlıyorduk. Başarılı görselleri ve dev haritası ise dikkat çeken yapımın ikinci bölümünde her şeyin dozajı biraz daha artırılmış.

Panau isimli tropik bir adaya damdan düşer gibi inen kahramanımız, daha ilk sahneden itibaren bizleri ne kadar hareketli bir maceranın beklediğinin sinyalini veriyor. Gökyüzünde süzülürken haritanın ne kadar büyük olduğunu hissedebiliyorsunuz. Zaten oyunun içine girdikten sonra haritaya bir göz atarsanız neresinden başlayıp nasıl sonuna kadar gideceğinizin endişesini yaşıyorsunuz. Bunca yıldır oynadığım oyunlar arasında en büyük haritanın burada karşıma çıktığını söyleyebilirim.

Kısaca tanımlamak gerekirse, GTA’ya fazlasıyla benzeyen bir oyun olan Just Cause’da özgürlük seviyesinin biraz daha geniş olduğu söylenebilir. Açık arazide dilediğimiz gibi dolaşıyor, çevreye istediğimiz seviyede zarar verebiliyoruz. Kullanamayacağımız araç, kurşunlayamayacağımız canlı yok. Öte yandan bindiğimiz araçların üstüne bir dublör gibi çıkmak ve oradan düşmanları avlamak gibi enteresan becerilere sahibiz. Görev yapın ya da yapmayın etrafa verdiğimiz zararın bol bol getirisi olduğu için son merminizi dahi patlama ihtimali olan her türlü cisme göndermeniz lehinize oluyor. Basit bir görevi yaparken bile etrafa ne kadar hasar verirseniz o kadar kaos puanı kazanıyorsunuz ve bu size hem yeni silah, araç alma hem de elinizdekileri yükseltme konusunda yardımcı oluyor.

Maceranın içine daldığımızda ise serinin ilk bölümünü denemiş kullanıcıların hemen fark edeceği bazı yenilikler göze çarpıyor. Bunlardan ilki daha oyunun hemen başında kullandığımız kancalı ipimiz. Bu ip sayesinde akla hayale sığmayacak işlerin üstesinden gelebiliyoruz. Karşınızda 50 m yüksekliğinde bir bina mı var? Hiç sorun değil, birkaç kanca atışı ve işte en tepeye çıktınız bile! Bu kanca her derde deva. Kulenin tepesinden ateş eden bir düşman ile karşılaştınız diyelim. Ne acı tesadüftür ki, elinizde avucunuzda tek bir mermi bile kalmamış. Fırlatın kancanızı ve birkaç saniye içerisinde düşman ayaklarınızın dibine düşüversin.

Gökyüzünde süzülen helikopterlere tutunmak mı dersiniz, hareket halindeki araçları yakalamak mı dersiniz, her şeyi bu kanca ile yapmak mümkün. Çamura saplanmış aracınızı bu kanca sayesinde traktöre bağlayarak kurtarabiliyorsunuz. Kısacası bu kanca ile hayal gücünüz dahilinde her şeyi yapabilirsiniz. Ulaşamamanız gereken noktalara ulaşmanızı sağlaması da kimi zaman oyunun fazlasıyla kolaylaşmasına neden olabiliyor. Söz gelimi gökdelenin tepesine ulaşmamız istenen görevde aslında karşımıza çıkanı öldürmemiz ve herkes öldükten sonra da adamımıza erişmemiz gerekiyor. Oysa ki bu kanca sayesinde ters taraftan gidip, binanın tepesine çıktıktan sonra adamın arkasından yaklaşarak tek bir mermi bile harcamadan görevi tamamlamanız mümkün.

Yapay Zeka Yoksunu

Henüz ilk oyunun dumanı tüterken yeni oyun hakkında bilgiler veren ve bizleri heyecanlandıran yapımcılar, ilk bölümdeki en büyük problemlerden biri olan yapay zekanın geliştirileceğini iddia etmişti. Burada gördük ki, bu iddialarını gerçeğe çevirmeye yaklaşmamışlar bile. Siperlerin ardında saklanan düşmanlara rastlasak da anlamsızca ortalık yerde duran ve üzerimize gönderdiği mermilerden medet uman düşmanlarla daha fazla karşılaşıyoruz. Daha da kötüsü, bu düşmanlar her ne hikmetse patlayıcı madde yüklü varillerin yanında durmaya da bayılıyor. Hal böyle olunca varillere nişan alarak rahatlıkla düşmanları alt edebiliyorsunuz.

Hazır düşmanlardan bahsetmişken kontrollere de değinmek gerekli. Öncelikle konsollara hazırlanıp daha sonra PC’ye uygun hale getirildiği için kontrol konusunda da bir yenilik karşımıza çıkıyor. Yeni nişan alma tekniği konsol kullanıcıları için rahat bir kontrol sağlıyor. İmleci düşmana yakın bir noktaya getirsek bile yine de düşmanın üzerinde kırmızı nişan alma ibaresi geliyor. Bu sayede hareket halindeyken rahatlıkla düşman avlayabiliyoruz. PC kullanıcıları ise fare ile rahat nişan alabileceği için bunun önemli bir gelişim olduğunu söyleyemeyiz.

Sayısız silah ve araç içeriği sunan Just Cause 2’de, traktörden, askeri kamyona, hatta helikoptere kadar pek çok aracı kullanabiliyoruz. Öldürdüğümüz rakiplerden düşen veya etraftaki sandıkların içerisinden çıkan silahları almak size yetmiyorsa bir de kara borsa seçeneğimiz var. Maceranın istediğiniz anında “Black Market” seçeneğine girerek silah ve araç satıcısı helikopterin tepemizde bitmesini sağlayabiliyoruz. Helikopter gelince yeni bir arabirime geçiyor ve dilediğimiz gibi alış veriş yapabiliyoruz. Burada silahları ve araçları geliştirme imkanına da sahibiz. Bunun için haritanın ücra köşelerinde bulunan araç ve silah parçalarını bulmamız gerekiyor. Yapımcıların söylediğine göre harita üzerinde tam 2000 parça var ve her geliştirme işlemi için bu parçaların belli kısmını kullanmamız gerekiyor.

Yeni Motor, Yeni Heyecan

İlk oyunun kullandığı Avalanche Engine oyun motorunun ikinci sürümü ile karşımıza çıkan Just Cause 2, daha geniş harita, daha detaylı tasarım ve daha etkileyici patlama efektleri ile dikkat çekiyor. İçinde bulunduğumuz harita çok büyük ve görevler arasındaki seyahatlerimizde bu uçsuz bucaksız haritada kaybolmamız son derece doğal. Grafikler için ise hem iyi hem de kötü fikirler üretebiliriz. Yeri geliyor çok etkileyici bir sahne ile karşılaşıyorken, başka bir sahnede fizik kurallarına aykırı saçma bir görüntüyle yüzyüze gelebiliyoruz. Oyunun demo’sunda da karşımıza çıkan, uçurumdan aşağı yürüme veya yukarı tırmanma sorunu tam sürümde de aynen duruyor. Araç takip sahnelerinde garip hatalarla da karşılaşmaya devam ediyoruz. Düşmanlar, aldıkları mermi darbelerine aşırı tepki veriyor. Bu baştan güzel gelse de bir süre sonra insanın gözüne batmaya başlıyor.

Just Cause 2’nin saf aksiyondan hoşlanan, kafasına hiçbir şey takmadan, sadece karşısına çıkanı öldürmeyi hedefleyen oyunculara hitap ettiğini söyleyebiliriz. İçerisinde aksiyon yapımlarında öne çıkan her öğeden biraz bulundurması nedeniyle hiçbir konuda üst düzey başarı gösteremiyor. Uçsuz bucaksız haritada, çılgın bir macera ve bol patlama efekti görmek istiyorsanız, iyi bir seçim olabilir. Oyunlarda gerçekçilik arayanlardansanız, Just Cause 2’den uzak durun !
Posted 4 January, 2017.
Was this review helpful? Yes No Funny Award
2 people found this review helpful
33.1 hrs on record (10.4 hrs at review time)
Left 4 Dead 2 İnceleme

“Korkuyordum, ancak elimdeki pompalı tüfek bana güç veriyordu. Dışarıdan gelen iniltiler yüzünde uyuyamıyordum. Her tarafa yayılmış, çürümüş et ve kan kokusuyla uykuya dalabilmek mümkün değildi zaten. Her an tetikte, her an ayakta olmamız gerekiyordu. Az önce arka odadan bir ses duydum, ama diğerleri bunu duymamış. Gidip baktığımızda ise her şey normaldi. Umarım buradan sağ olarak kurtulabil...”

Valve’den sıcak temas!

İlk oyunun fanları, L4D2 çıkmadan tepkilere başlamış, yapımın birincisinden sonra pek fazla vakit geçmeden piyasaya sunulmasını protesto etmişlerdi. Bu konularla ilgili forumlar da oldukça tartışmalar dönmüş, Steam’de L4D2 boykot grubu bile açılmış. Birçok oyuncu, birinci yapıma çok destek verilmediğini söylemiş, hatta L4D2’nin aslında ilk oyunun ek paketinden “Tam sürüme” çevrildiğini bile iddia edenler olmuştu. Ancak Valve, boykot liderlerine oyunu test ettirmiş ve liderlerden Left 4 Dead 2’nin iyi yapıldığı konusunda açıklamalar gelmişti. Valve'ın bu yakın duruşu da oyunculardan büyük ilgi gördü.

L4D2’de yine ilk oyunda olduğu gibi dört kişiyi yönetiyoruz. Dizi sakat bir Amerikan futbolu koçu, yerel bir televizyonda yapımcı asistanı olan Rochelle, tamirci Ellis ve kumarbaz Nick kontrol ettiğimiz karakterler. İlk oyundaki 5 boss ise geri dönmüş ve yenilenmiş durumdalar. Boomer, Hunter, Smoker, Hunter ve Witch artık daha güçlüler. Yapımda 5 adet yeni ve ilgi çekici bölümü var. Oyun aslında ilkinden daha “Tam” bir oyun gibi duruyor. Takım olarak hareket etmeli, diğer takım üyeleriyle iletişim halinde bulunmalısınız. L4D’in yapay zekası olan “Director” bu sefer daha gelişmiş bir şekilde karşımıza çıkıyor ve oyunu biraz daha zor bir hale sokuyor, ancak ne kadar zor olursa o kadar eğlenceli oluyor. Her seviyeden kullanıcıların oynayabilmesine ve eğlenmesine neden olan iyi bir yapay zeka mevcut.

Mevcut değişiklikler ve yenilikler

Normal ve Expert seviyeleri dışında oyuna Realism modu eklenmiş. Bu yeni modda, takım arkadaşlarınızın siluetlerini göremiyor, ölen arkadaşlarınızı ancak bir kit yardımıyla bir kez canlandırabiliyorsunuz. Zombilerin kafalarına zarar verirseniz daha etkili oluyor ve yapımı biraz daha zorlaştırıyor.

Oyunu tek başınıza oynamak istiyorsanız yine bilgisayar kontrollü takım üyeleri yanınızda olacak. Kendi arkadaşlarınızla oynadığınız kadar eğlenceli olmayabilir, ama yine de yapay zeka iyi bir iş çıkartıyor. L4D2’yi tek başınıza oynadığınız zaman da sıkıcı bir hal almıyor. Versus modu da yapımda yeniden mevcut. 4 kişi kurtulanları, diğer 4 kişi ise virüslü boss’ları yönetiyor ve 4'e 4 maçlar yapılabiliyorsunuz. Bu modda orijinal 5 boss dışında, Scavenge modundaki bonus üç boss olan Spitter, Jockey ve Charger da ekleniyor. Örneğin Spitter'ın asit havuzu içinde bulunan kişiye zamanla yüksek bir zarar veriyor. Yeni boss’lar oyuna daha çok derinlik katarak, daha eğlendirici hale getiriyor.

Yeni bölümler

L4D2 bir an bile rahatlamanıza izin vermiyor. Sürekli takım arkadaşlarınızla iletişim halinde olmalı, taktikler ve stratejiler üretmelisiniz. Dark Carnival'daki Roller Coaster yarışı ve benzeri bölümlerde çok daha dikkatli olmanız gerekiyor. Bölümlerden bazılarında saldırırken, bazı bölümlerde geriye çekilmeli ve defansif bir yapıda oynamanız gerekebiliyor. Bu da gerçekten zombiler tarafından etrafınızın çevrildiğinizi hissetmenizi sağlıyor.

Yapımda sadece daha iyi bölümler değil, daha gerçekçi ve ayrıntılı çevre yapıları var. Eski oyundaki karanlık sokaklardan, daha renkli ve ilgi çekici bölümler sunulmuş. Ayrıca etrafta daha fazla silah ve mühimmat bulunuyor. Sanırız bunlardan en ilginizi çekecek olan ise yakın dövüş silahlarını da kullanabilmemiz. Katana ve elektrikli testere gibi yakın dövüş silahları farklı bir heyecan havası katabiliyor. Oyuna yeni eklenen bu özellikle elektrogitarla bile zombi öldürebiliyoruz. Valve hayranları ise ellerine “Levye” alarak Half-Life nostaljisi yaşayabilirler.

Sonuca gelirken…

L4D2 ilk oyundan daha iyi gözüküyor. Gündüz haritaları ve zombi animasyonlarındaki gelişmeler ilk ilgi çeken ayrıntılar. Zombilerin her yeri parçalanıyor. Sesler ve müzikler ise oldukça başarılı. Eğer takım oyununu seviyorsanız Left 4 Dead 2'yi kesin almalı ve arkadaşlarınızla oynamaya başlamalısınız. Takım oyununu bu kadar geliştiren başka bir FPS daha bulunduğunu sanmıyorum. Bu yapımı edinin ve arkadaşlarınızla eğlenceli vakit geçirmeye hazır olun.

Oyuna Puanım: 10/10
Posted 16 December, 2016.
Was this review helpful? Yes No Funny Award
< 1  2  3 >
Showing 1-10 of 21 entries